Sylviane Herpin’in ünlü önermesini çoğumuz biliriz:
“Düşündüğünüz, söylemek istediğiniz, söylediğinizi sandığınız, söylediğiniz, karşınızdakinin duymak istediği, duyduğu, anlamak istediği, anladığını sandığı ve anladığı arasında farklar vardır. Dolayısıyla, insanların birbirini yanlış anlaması için en az dokuz olasılık var.”
Bu dokuz olasılık, tarihe de damgasını vuruyor kimi zaman:
Örneğin BBC Televizyonunun yıllar önce hazırladığı bir belgeselde, Berlin Duvarı'nın Doğu Alman yetkililer arasındaki küçük bir yanlış anlama yüzünden yıkıldığı öne sürülüyordu. Zamanın Politbüro sözcüsünün, “Vize alan batıya geçebilir” sözü her nasılsa “Herkes batıya geçebilir” diye anlaşılmıştı çünkü. Bunu duyan halk tarihi Brandenburg Kapısı'na yığılmış, ne yapacağını şaşıran nöbetçiler insanlar takılıp düşmesin diye bariyerleri kaldırmıştı.Binlerce kişi, televizyon kameralarına el sallayarak, güle oynaya geçmişti batıya.
Bir başka yanlış anlama da Alfred Nobel’in yaşamını değiştirmiş:
1888 yılında bir gazetede kendi ölüm haberini okumuş adamcağız. Üstelik, başlık ‘Ölüm Taciri Öldü’ diye atılmış. Ajanslara ulaşan haber, Alfred Nobel’in ağabeyi Ludwig Nobel’in ölüm haberiymiş aslında. Ancak bu yanlış anlama Alfred Nobel’in yaşamını biçimlendirmeye yetmiş de artmış bile. Adı ‘ölüm taciri’ne çıkmış zavallının. Nobel Ödülleri’nin önünü açan vasiyetini de zaten bunun acısıyla yazdığı söylenir; adı hiç olmazsa ölümünden sonra temize çıksın diye.
Peki anlı şanlı FBI’ın ünlü komedi topluluğu 'Üç Ahbap Çavuşlar'dan (Marx Kardeşler) Groucho Marx'ı 'komünist' olduğu gerekçesiyle yıllarca izlemesine ne dersiniz?
Ondan Karl Marx ile aynı soyadını taşıdığı için kuşkulanıyorlarmış. Zamanla ünlü komedyeni bile güldürecek hale gelmiş olay: Groucho 1977'de 82 yaşında yaşama veda ettiğinde FBI'daki dosyası açıkmış hâlâ.
Ne var ki yanlış anlaşılmalar her zaman böyle gülümsetmiyor insanı:
Dostoyevski’nin kapısı bir gece çalınıyor işte.
Ne esin perisidir gelen, ne de iyi yürekli bir dost:
Subaylar ve kazaklar odaya doluşur, onu tutuklar, bütün yazılarına el koyarlar.
Tam dört ay Saint-Paul Kalesindeki bir hücrede kalır koca yazar. Çünkü birkaç heyecanlı arkadaşıyla bir toplantıya katılmış ve bu toplantılar abartılıp Petraşevski suikastı olarak nitelenmiştir. Başka bir suçu yoktur; hiç şüphesiz bir yanlış anlama söz konusudur.
Yine de en ağır cezaya çarptırılır ama:
Kurşuna dizilerek idam!
Yalnızca edebiyatçıların değil, çevirmenlerin de başı yanlış anlaşılmalar yüzünden ağrımıştır zaman zaman. Çek yazar Milan Kundera, baskı altındaki ülkesinden Fransa’ya kaçtığında, kitaplarının Fransızca’ya çok önemli yanlışlarla çevrildiğini keşfeder ve kovar çevirmenini.
Toplumla yazı yoluyla iletişim kuran başkaları zaman zaman ‘yanlış anlaşılmaktan’ yakınır. Köşe yazarlarının yanlış anlaşılma üzerine sık sık yazmaları da belki bu yüzdendir.
Öte yandan, yanlış anlaşılmalar kimi zaman gereci de olur edebiyatın:
Shakespeare’in tam bir yanlış anlamalar komedisi olan ‘On İkinci Gece’, yüzyılları yenip bize kadar gelmiş, yaşantımıza güzellik katmıştır. Yanlış anlaşılma olayına durup dururken kafayı takmış olmam, onların benim yaşantımda da yer tutmasından kaynaklanıyor. Kendimi bildim bileli yanlış anlaşılan bir adam oldum. Çocukluğumda, söylemek istediğimi tam olarak söyleyebildiğim anlar parmakla gösterilebilecek denli azdır. Ne üst kat komşumuzun kızı ona olan aşkımdan haberdar olabilmiştir bu yüzden, ne de aslında kötü bir çocuk olmadığımı öğretmenime gösterebilmişimdir. Dahası, annem ve babamla birbirimizi o denli çok yanlış anlamışızdır ki, bunun ördüğü duvar gençliğim boyunca perdelemiştir ruhumuzu. Yanlış anlaşıldığı zaman insan kendisini bir bataklıkta hissediyor. Durumu düzeltmek için durmadan çırpınıyor, çırpındıkça da batıyorsunuz.
Sokaklara çıkıp bağırmak geliyor içimizden, ‘hayır, ben öyle demek istememiştim!’ diye.
Boşuna elbette.
Belki de en iyisi teslim olmak ve kendimizi yanlış anlaşılmış yanlarımızla birlikte görebilmek. Her yanlış anlaşılma, bizi kendi içimize yöneltiyor aslında. Daldığımız o derinlikten bir avuç kum da çıkarabiliriz, değerli inciler de. Bugün bile ne zaman birinin beni yanlış anladığını görsem, sanat yeteneğimin küçüklüğümdeki o yanlış anlaşılmalara borçlu olduğumu düşünerek avuturum kendimi. Kendisini gündelik yollarla ifade edemeyen çocuk kurtuluşu sanatta bulmuş, yazıya sığınmıştır. Yalınlık merakım da oradan gelir işte; yanlış anlaşılma korkumdan. “Karanlık gecede, Ölüm’ün hayaleti siyah kanatlarını üstümüze gererek aramızda dikilip, demirden elleriyle ruhlarımızı boşluğa iterken birbirimize seslenir, yardım için haykırırız” der Halil Cibran, ülkesi savaşla kavrulurken yazdığı satırlarda.
Belki bize de gereken öyle karanlık bir gecedir işte:
O zaman birbirimizi yanlış anlamaktan vazgeçip her sözcüğü en gerçek, en saf anlamıyla kavrayabiliriz. Bu en çok yazarları üzer aslında; herkesin birbirini doğru anladığı bir dünyada kimse onlara gereksinim duymaz çünkü.
Tuna Kiremitçi
1 yorum:
Çok güzel bir paylaşım olmuş.Teşekkürler :)
Yorum Gönder