Şiirler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiirler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mayıs 2009 Cuma

O Sensin İşte..

Sevgiyi görmek isterim gözlerinde
Hecelerken beni
Dökülmesin gözyaşı akarsuyun renginde
Ağlamak değil bedeli aşkın
Bulutlar bulur rengini
Gölgesi yalnızlık
Çatlak dudaklarında toprak
Suyun özlemi içinde
Akşam alacası kızıllık
Çökmüşse şehrin üstüne
Bulmak isterse kendine yer
Yerin ne önemi var iste yeter
Gülen gözlerine perde takılır
Karanlığa mahkum eder seni
Işığa, sevginin sıcaklığından yoksun
Mahkum olursun narçiçeği
O duyguları sen hissettirdin bana
Yoksa böyle olmazdı gökyüzünün rengi
Güneş karanlık doğardı sevgisiz
Hangi yıldızda bulacak kendini yüreğimdeki ses
Titreyen sesimdeki cesaret
Bir senfoni gibi girdin uykularıma
Takıldım kaldım bir türkünün ezgisine
Bahar sabahında gördüğüm cemre
Öyle berrak, öyle pırıltılı, öyle aydınlıktın ki
Kıskandı tüm yapraklar varlığını
Kırmaksa zincirleri güzelliğine tutunmak
Ölmek varsa bu uğurda, bırakmam seni asla
Okyanus gözlerinin içinde razıyım mahpus olmaya
Umut varlığındır,
İçimdeki dünya güneş , çiçek, su dolar içime
Zenginleşir, büyür yüreğim her şeyinle
O sensin işte…
Ahmet Çolak

Aşk ve Sabun Köpüğü


sıcaklığında eriyen mum ışığını izlerim
zaman zaman çapaklı uyanışlarda
düşe kalka umutlara
sarılmalarımız gibi geçer zaman

aynanın karşısında gül
gülün kalbinde mucize
yaşat beni der gibi çağırır baharı

güneşte mucize
ayda mucize
aşkta mucize

karanlıklara düşen ayrılığa ağlarım zaman zaman
kar tanesi soğukluğunda unutulmalar gibi geçer zaman

aynanın karşısında gül
hüzünlerin kalbinde mucize
öldür beni der gibi çağırır aşkı

hayatta mucize
yürekte mucize
aşkta mucize

Tolga Baş

29 Nisan 2009 Çarşamba

Gülümser Çocuklugum...

Merhaba!
Ben geldiiim :)
5 günlük İzmir-Bursa tatili (kardeşimin yemin töreni) dolayısıyla bloğuma pek uğrayamadım.. Evet kardeşimin, o küçücük paşamızın asker olduğunu görmek beni çok duygulandırdı.. Aklıma hep küçüklük hallerimiz, şakalaşmalarımız, yaramazlıklarımız, oyunlarımız geldi, duygulandım. Şimdi ise askerlik yaşına geldiğini, tığ gibi delikanlı olduğunu görünce yılların ne kadar çabuk geçtiğini daha iyi anlıyorum..
Sizlerle bir çocukluk şiiri paylaşıcam, keyifli okumalar dilerim :)
Gülümser çocuklugum...
Yikanan kizlarla sikir sikir;
Tatli sularda sazlarin ötesinden...
Sarisin ve bin bir gamze içinden,
Gülümser çocuklugum.
Demlenir çocuklugum;
Kara kömür sobalarin bögründe...
Buz ve bugu tutmus ince camlarin,
Üzerine hayatin ilk imzasi atilmis,
Arap kizlarinin camdan baktigi,
Yazilardan göz yasinin aktigi,
Küçük sicak odalarin dibinde,
Kara kömür sobalarin bögründe,
Demlenir çocuklugum...
Ürperir çocuklugum;
Tas atan sapanlardan,
Kamçili yaylilardan,
Kopkoyu kapkara uçurumlardan;
Haykirir gelecek çaglara dogru...
Iri yanaklarina gölgeler düser,
Ürperir çocuklugum...
Yorulur çocuklugum;
Bahçeler boyunca pedal çevirir,
Dag kokusu yüklü sulara atlar,
Kana kana içer, baliklarla yüzer.
Çaglayanlar ile kahkaha atar!
Küçük kizlara siirler derer!
Kan portakali: dogar ve batar!
Yorulur çocuklugum...
Uyuklar çocuklugum...
Yorgunlukla duasini unutmaz:
'Bismillahi birsin! ve daima nursun!
Bin bir atli kapimda dursun!
Düsmanlarim öte gitsin
Meleklerim beri gelsin! '
Bin bir atliyi görür, güvenir,
Uyuklar çocuklugum.
Hislenir çocuklugum!
Uzaklarda kalmis köylere dogru,
Derinden derine gögüs geçirir;
Tanik bulundugu asklari anar,
Daglar koyagindaki kudurmus yesilleri...
Çürümüs bir saman kokusu gelir,
Civil civil dere yataklarindan...
Kekik ve sevdayi tasiyan rüzgar,
Beni nerde olsa, bulur mu bulur!
Ala geyik gibi süzülür zaman,
Seyrek meselerin araligindan...
Hislenir çocuklugum.
Üzülür çocuklugum....
Sögütlerin akan suya degdigi,
Günesin hep tarlalardan dogdugu,
O beldede, çocukluguna dalar,
Yagmur bosanir hatiralara,
Ugradigi haksizliklari anar...
Bosa geçen zamanlarina yanar,
Üzülür çocuklugum...
Bölünür çocuklugum!
Sokaklara, uzak, yakin illere...
Bilgisiz, kitapsiz, sevgisiz küçüklere...
Çocuklugum bütün çocuklar olur!
Dermansiz körpeler sararir issizlikta,
Mezarliklar çocuk dolar.
Gönlümde kahkaha ve feryat donar!
Bölünür çocuklugum...

Orhan Seyfi Sirin

20 Nisan 2009 Pazartesi

İhtiyarlık..

Yokuşa yüzün yok, inişe dizin,
Uzağı yakını pek görmez gözün,
Sanki bize tarif olur sözün,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Ağrıdan sızıdan durmaz yakının,
Çare arar, sağa sola bakınır,
Az yese çok yese hemen dokunur,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Yedek parçan olur iğne şurup,
Ne faydası var ne yaparsan yap,
İflas etmiş ciğer, yorulmuş bir kalp,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Dizler titrer, sonra belin bükülür,
Damarlarından sıcak kanın çekilir,
Saç sakal ağırır, dişler dökülür,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Ayakların baston ile üç olur,
Gençlikte koştuğun günler hiç olur,
Konuşsan suç olur, sussan suç olur,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Arkadaşın olur evde çocuklar,
Eşin dostun seni arada yoklar,
Torunların alır bastonu saklar,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Biri ölüp ayrıldı ise eşinden,
Kalan gitmek ister onun peşinden,
Çıkaramaz hayalinden düşünden,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Ne çabuk geçiyor baharlar güzler,
Zamanın akımına uymuşuz bizler,
İnsan yaşlanınca ölümü gözler,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Yaşlılara değil yalnız bu sözüm,
Gençlerde yaşlanır, darılma kızım,
Senin de buruşur elin ve yüzün,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..

Elibol'un sözün, yabana atma,
Doğru yolu koyup, eğriye sapma,
Günahlardan sakın, harama bakma,
İhtiyarlık başa geldiği zaman!..
KAYNAK: Elibol soyisimli bir yazara aittir.
Dün komşumuza babası gelmişti. Biz de ailecek *bahçeye gidiyorduk o dedeyi de bizimle gelmesi için davet ettik.. Masada çaylarımızı yudumlayacağımız vakit dede birden bire cebinden çıkardığı bu şiiri okumam için bana uzattı.. Okudum ve çok etkilendiğim için sizlerle paylaşmak istedim..
*meyveler olunca tanıtıcam :)

9 Nisan 2009 Perşembe

Eğer

O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...

O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...

O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine... uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde bugün sizin gününüz!.. "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can DÜNDAR

31 Mart 2009 Salı

Küs

Düşen sarı yapraklar rüzgarla savrulurlar
Öyle durmaksızın öyle aşina öyle gelir sonbahar
Hüzünde sevdalar hazana gülleri küs
Kapatır bulutlar yakamoz körfeze küs
Seferde yüreğim gözlerim geceye küs
Öyle anlamsızım öyle bir başıma öyle gelir sonbahar.
Yazdan, beyaz düşlerim güneşte kavruldular
Öyle gölgesizim öyle yağmursuz öyle gelir sonbahar
Nihavent şarkılar sazlara mızraba küs
Özlenmiş duygular kaleme kağıda küs
Söylenmeyen sözler için kalbim dilime küs
Öyle yarınsızım öyle çaresiz öyle gelir sonbahar.
Yazar: ÖNDER EREN

Dünya'nın Bütün Çiçekleri

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kir ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Koy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatimin çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yasadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
CEYHUN ATUF KANSU
İlkokulda bu şiiri 6 arkadaş okumuştuk.... Ahh ahh... Ne heyecanlı bir gündü... :)

Pencere


pencerem
boş bahçesine bakar gri bir lisenin
içimde servislere dağılır çocuklar
ve yürüyerek bitirir okulu
küçük esnafın çilli çocukları
pencerem on yıl öncesine bakar
müfredat dışı sevmeler içindir
lise yılları veya kötü şarkılar
ne zaman ıslak bir aşk düşünsem
içime saçların düşer
bir iç'e bir saç nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
açık konuşma benimle
penceredeyim
ağzında gevele sözcükleri
söz sanatlarından devşir gülmelerini
yalnızım,
cenderedeyim…
pencerem ağzıma bakar
ne zaman karlı bir akşam düşünsem
içime kırağın düşer
bir iç'e bir kırağı nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
suda yürüyebiliyordum bir aralık
her faninin kendi mucizesi vardır
kendini şaşırtır en azından,
herkes biraz elçisidir tanrının
ne zaman ölümcül bir aşk düşünsem
içime allahın düşer
bir iç'e bir allah nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam…
Yılmaz Erdoğan

Ben Sana Mecburum


Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
ATTİLA İLHAN

Bahar Şiiri


Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini
Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi
Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyliyelim bir ağızdan
Ataol Behramoğlu

Çaya Kaç Şeker?

Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla..
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla, Saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun''
diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa zor değil, hiç zor değil,Demli çayı bardakta karıştırıp,Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama;
''Çaya kaç şeker alırsın? ''
diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...
CAN YÜCEL

Mevlana (Etme)

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

Bir Kadını Tanımak

Bir kadın tanımak...
Bütün gel-gitleri, kaprisleri, küçük şımarıklıkları, korkuları, şaşkınlıkları, hercailikleri, hayal kırıklıkları, aşkları, terk edilişleri, başarıları, başarısızlıkları, kurnazlıkları, saflıkları, çocuk ağızları, şirinlikleri, küçük yalanları, büyük itirafları, kocaman yürekleri ile kendi olmaya çalışan kadınları tanımak...
Bir kadını sevmekle baslar her şey ama, bir kadını tanımakla varılır hayatın sırrına. Bir kadını tanımaya soyunmak zor ama keyifli bir yolculuğa çıkmaktır. Dört mevsimi bir yürekte buluşturur, bu yüzden de sürekli şaşırtırlar. Sürprizlerin ardı arkası kesilmez. Zordur anlamak onları. Benzemek gerekir anlayabilmek için belki de! Kendi zekasını hatırlatanları sever, sevgisini göstermekten ürkmeyenleri, sürprizlere hazırlıklı olanları bir de. Muson yağmurları gibi yağarken, Sahra' da çöl fırtınası koparıp ardından güneş olup ısıtabilirler. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen... Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını tanımakla anlaşılır, hayatın sırrına ancak aşkla varılacağına. Sevgi arsızıdır kadın. Verdiğinden daha fazlasını isteme bencilliğini gösterecek kadar sevgi arsızı... Bu yanını doyurunca şımaracağından korkanlar, birlikte çoğalacaklarını bilmeyenlerdir. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını tanımakla kanat çırpılır özgürlüğün bütün maviliklerine.
Kendine inananlara, aşka inananlara koşar. Hem yaman bir aşk avcısı, hem de engebeli yollarda koşmaktan bitap aşk yorgunudur kadın. Bir kadını sevmekle baslar her şey ama bir kadını tanımakla çıkılır keyifli serüvenlere. Hayatla dalga geçmesini bilir kadın, tıpkı kendiyle dalga geçmesini bildiği gibi. Ağız dolusu gülüşlere teslim olur. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama bir kadını tanımakla tanık olunur tutkuların gücüne. Göze alandır kadın. Çekip gitmeyi, sahip olduklarından vazgeçmeyi, karşılık beklememeyi...
Mücadele eder, kızar, bağırır ama hep sever. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen...
Yüreğini sevgiye açan ve sevmekten korkmayan bütün kadınlar gibi...

Şimdi bir düşünün, kaç kadını değil bir kadını tanıyabildiniz mi bugüne değin? ? ? Tanrı, kadınlara geçmişi ve geleceği, erkeklere ise yaşadığı günü armağan etti, kadınlar geniş bir zamana yayıldıkları için huzursuz, erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.
Ahmet Altan

Kız Çocuğu

Kapıları çalan benim kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.

Nazım HİKMET

Canım İstanbul


CANIM İSTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpda dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava,renk,eda,iklim, O benim, zaman mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş, ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale...
İstanbul, canım benim; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul.
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutda şaha kalkmış Fatih'den kalma kır at, Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat. Şahadet parmağıdır göğe doğru minare, Her bakışta o mana : öleceğiz ne çare? Hayatdan canlı ölüm, günahdan baskın rahmet, Beyoğlun tepinirken ağlar Karacaahmet...O manayı bul da bul !
İlle İstanbul'da bul! İstanbul, İstanbul....
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular, yalının alt katına misafir; Yeni dünya'dan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar; Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar. Bir ses, bilemem tanbur gibi mi,ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir "katibim" i...Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak, İstanbul, İstanbul...Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler. Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Ada'da rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak, hisarlarda oklar çıkar yayından, Halâ çığlıklar gelir Topkapı sarayı'ndan. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sümbül kokan, Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul...
Necip Fazıl Kısakürek
Blog Widget by LinkWithin